Ubisoft'un Geri Dönüşü - Prince of Persia: The Lost Crown İncelemesi
- Mehmet Furkan KOÇER

- 22 Ağu
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 11 Eki

GİRİŞ
İlk oyunlarını kendi dönemlerinde oynayamamış olsam da çıktığı dönem ve sonrasında her platformda övgüyle bahsedilen, oynanış videolarındaki animasyonlar ve grafik tarzıyla epey dikkatimi çeken bir oyun olan Prince of Persia: The Lost Crown oyununu çoğu insan gibi ben de oldukça beğendim.
Oyuna özellikle oyun hakkında hiçbir şey bilmeden giriş yaptım. Aklımda sadece insanların oyun hakkındaki övgüleri vardı ve o yüzden de içim rahattı. Daha önce hiç deneyimlemediğim “Metroidvania” türünü de ilk defa bu oyunda tecrübe etmiş oldum.
Oyunun hikayeyle de bağlantılı olan eğitim kısmı biter bitmez beni kendi içine çekti. Sürekli “Bu yol daha fazla devam etmez herhalde” diye diye haritanın sonuna bir türlü ulaşamadım. Oyunun harita konusunda beklentimi aştığını söyleyebilirim.
HİKAYE
Hikayesine gelecek olursak da oynanış kadar öveceğim bir kısım olmaz. Bu oyunda da olduğu gibi genelde oynanış-hikaye dengesinde bir tarafa daha çok yatırım yapılır. Belki de bundan dolayı Lost Crown’ın hikayesi, oldukça etkileyici ve akıcı oynanışın yanında biraz sönük kalmış. En başta oyunlar olmak üzere her şeyi beğenen bir insan olarak hikaye anlamında da beğendiğim bir oyun oldu fakat objektif olmak gerekirse üstüne çok düşülmemiş bir hikaye ve anlatım olmuş.
Oyun, genel hatlarıyla prensin bir korumasının prens olma öyküsünü anlatıyor. Mekan olarak Kaf Dağı seçimi yapılmış ve hikayeye de tam uygun bir mekan olmuş. Tabii bu lanetli bir Kaf Dağı. Oyun içerisinde, lanet yüzünden oluşan zaman kırılmalarından beliren alternatif versiyonlarımızla da karşılaşıyoruz. Ama lanetin tek kötü tarafı bu değil. Geri kalanını da oyunu oynarken zamanla keşfedersiniz.
MEKANİK
Oyunda iki ana silahımız (kılıç) var. Bunlar, Qays ve Layla. İsimleri çok önemli değil sadece elimizdeki kılıç çiftinin isimleri. İlerledikçe bunlarla yapabileceğimiz farklı komboları öğreniyoruz. Çoğu oyunda olduğu gibi burada da bize bunları öğreten bir mentörümüz var. Ara ara yeni yetenekler açtıkça oradan gidip yeni kombolarımızı ve hareketleri öğrenebiliyoruz.
Bunlar dışında oyunda tılsım kuşanma sistemi var. Bunlar hasarımızı artırabilir, bize ekstra can verebilir ya da bize hasar veren zehir, yanma gibi özelliklerin etkisini azaltabilir. Tılsımlar en fazla 3 birim yer kaplıyor ve biz oyun ilerledikçe bulacağımız tılsım tutucularla üstümüzde en fazla 12 birim tılsım taşıyabiliyoruz.
Oyunda yer yer karşımıza çıkan birkaç yerde market diyebileceğimiz mekanlar var. Bunlardan can yenilemek için kullanabildiğimiz can iksirleri alabilir veya bunların etkisini artırabileceğimiz yükseltmeler satın alabiliriz. Bunları satın almak için birden fazla farklı birimden ücret verebiliyorsunuz ama gittikçe eşya yükseltmenin de zorlaşması gerekiyor tabii ki.
Çoğu oyunda olduğu gibi bu oyunda da bir “ana üs” var ve burası “Liman” olarak geçiyor. Az önce bahsettiğim market, alıştırma yapabileceğimiz bölüm ve geliştirmelerimizi yapabileceğimiz bir geçit ve oyun içinde keşfedince daha anlamlı olacak birimler bulunuyor. Bahsettiğim geçitten geçince bir demirci bizi karşılıyor. Orada da kılıçlarımızı, birazdan bahsedeceğim yayımızı, yay kapasitemizi geliştirebilir ve tılsım geliştirmeleri yapabiliriz.
Oyun içinde iki adet daha silah kullanma şansımız oluyor. Bunlar yay ve çakram. Yay hepimizin bildiği gibi hem gerçek hayatta hem de oyunlarda gördüğümüz okları kullanmaya yarayan alet. Çakram ise birçok yerde kullanabildiğimiz yuvarlak ve bir bumerang gibi fırlattığımızda bize tekrar gelen bir silah.
OYNANIŞ
İlerledikçe açtığımız yetenekleri savaş içinde dilediğimiz gibi kombolayıp kullanabiliyoruz. Oyun bu alanda özgürlüğü tamamen bize vermiş durumda. Ama kesin kullanılması gereken (oyunda sonradan açtığımız bir özellik olmasa da) bir özellik var. Bu da tabii ki bloklama. Başka oyunlarda da olduğu gibi Prince of Persia: The Lost Crown’da da bazı saldırılar bloklanabilirken bazıları bloklanamıyor. Bunlar yine kırmızı ve sarı renkte belirtilmiş. Bahsettiğim bloklamayı eğer rakibin sarı renkteki saldırısında ve doğru zamanda yapmayı başarırsanız, güzel bir animasyonla birlikte, savuşturma/parry yapmış oluyorsunuz. Ve eğer rakibiniz bir boss değilse çok büyük ihtimalle ölüyor. Boss olsa da büyük bir hasar verdiğinizi söyleyebilirim.
Açabileceğimiz yeteneklere ek olarak boss ve mini boss savaşlarından sonra edinebildiğimiz Athra dalgalanmalarımız var. Bunları Athra biriktirerek özel bir saldırı olarak yapıyoruz. Tabi bize şifa veren bir türü de var. Ama bunlardan yanınızda en fazla 2 tane taşıyabiliyorsunuz. Sadece bunları değiştirerek bir dövüşe girmek o sıradaki rakibinizi öldürmenizi oldukça kolaylaştıracaktır.
Oyunu oynarken beni en zorlamayacağını düşündüğüm yerler bulmacalardı. Parkur kısımlarında zorlanacağımı tahmin ediyordum ve yan bakışlı oyunlardaki parkur becerilerine güvenenleri bile bazı zamanlar oyundan soğutacak parkurlar olduğunu söyleyebilirim. Parkurlar hakkında daha çok söyleyeceğim bir şey yok ama bulmacalara kesinlikle değinmem gerekiyor. Çünkü yer yer oyun içinde edindiğimiz yetenek ve özelliklerimizi dibine kadar kullanmamızı gerektirecek ve beynimizin sınırlarını zorlayacak stratejiler geliştirmemiz gereken bulmacalar var. 1-2 tanesinin nasıl yapılacağını bulamayıp internetten baktığım bile oldu. Ama merak etmeyin çünkü düşünmesi eğlenceli ve çoğunu yapmak opsiyonel olduğu için oyun keyfinizi bozmayacak bir bölüm.
Toparlamak gerekirse, çoğu oyunda yaptığım gibi yine düşük beklentiyle başladığım bir oyun olmasına rağmen Prince of Persia: The Lost Crown beklentimin oldukça üzerine çıktı. Yeni yetenekler açtıkça daha önce giremediğim bölgelere adım atabilmenin verdiği keşif hissi ve oyunun yeri geldiğinde beni tatlı tatlı zorlaması, kopmadan saatlerce oynamamı sağlayan en değerli unsurlar oldu. İster bu türe hâlihazırda ilgi duyun ister ilk kez deneyecek olun, sizi rahatlıkla içine çekebilecek güçlü bir yapım olduğunu söyleyebilirim..





















Yorumlar