Bir Prensin Döngüsü – The Rogue Prince of Persia İncelemesi
- Emir Kemal Ceylan
- 21 Eyl
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 gün önce

GİRİŞ
Son zamanlarda “The Lost Crown” adlı platform oyunu ile büyük bir başarı elde etmiş PoP serisi, yeni oyunu The Rogue Prince of Persia ile tekrardan kendini kanıtladı. “Dead Cells” oyununun DLC geliştiricisi olan Evil Empire’ın yaptığı bu oyunla beraber serimizin klasikleşmiş platform öğeleri ile Roguelike türünün birleştiğini görmekteyiz.
HİKAYE
Prensimizin amacı, Pers Krallığı’nın başına geçerek kendisini özellikle babası olmak üzere herkese kanıtlamaktır. Kral Nogai’nin önderliğinde olan Hun ordusunun ülkemizin sınırlarına kadar dayanması ile ipler gerilir. Prensimizin babası bu gerginliğin bir savaşa dönüşmesini istemese de; krallığın başına geçmek isteyen karakterimiz biraz vurdumduymaz olacak ki, babasının sözünü dinlemeden kendine bir ekip toplayarak Hun Krallığı’na karşı atağa geçer. Başarılı olacaklarını düşünen bu ekibimiz Hunların gizli kozunu açığa çıkarmasından sonra büyük bir yenilgiye uğrar. Hun Krallığı’nın gizli kozu ise şaman büyüsüdür. Bu büyüyü prensimiz ile birebir savaşta kullanarak prensin ölmesine sebep olur. Ancak büyüye sahip olan tek kişi Kral Nogai değildir; prensimizin sahip olduğu zaman büyüsü ile her ölümle yüzleşmesinde belli bir noktaya geri döner. Bu noktada ona oyun boyunca destek olacak NPC olan Paachi ile karşılaşır. Karakterimiz bu olaydan sonra her seferinde ilerleyerek karşısındaki düşmanları yenmeyi deneyip Pers Krallığı’nı kurtarmaya çalışır.
OYNANIŞ
Oyunumuzu oynarken karşılaşacağımız en büyük problem, oyunun büyük miktarda Dead Cells’e benzemesi. Tabii ki, sonuçta iki oyunumuz da aynı türde ve aynı mantıkla ilerleyen oyunlar olabilir biliyorum ama karşımızdaki düşmanlardan ve elimizdeki silahlardan tutun, bölüm tasarımına kadar kendini bir Dead Cells DLC’siymiş gibi hissettiriyor. Bu habere bazı insanların üzülürken kimilerin sevineceğini tahmin ediyorum. Fakat bu anlattığım problemler bana göre oyunun başlangıç bölümü için geçerli. Evet, kendinizi hep Dead Cells oynuyormuş gibi hissedeceksiniz fakat oyunumuzun getirdiği yeni mekanikler kendini sunmaya başladıktan sonra oyuna tamamen kendinizi kaptırıp gidiyorsunuz.
MEKANİK
Oyunumuzda ön plana çıkan en büyük mekaniklerden birisi duvara tırmanma mekaniği. Arka planımızda bulunan duvarlara belirli tuşa basarak tırmanabiliyoruz. Tırmanmak derken anlatmak istediğim, duvara tutunarak yürüyebilmek veya duvara tutunarak karşı platforma atlamak. Bu mekanik sayesinde yönettiğimiz karakterin gerçekten PoP evrenine ait olduğunu hissedebiliyoruz.
Ön plana çıkan diğer bir mekanik ise madalyon ekipmanlarıdır. Madalyonlar, oyunumuz boyunca karşımıza çıkarak giydiğimiz güçlendirmelerdir; bu madalyonların her biri bize ayrı ayrı özellikler verebilirken, bazılarını set olarak giyerek daha da güçlenmemizi sağlayabiliriz. Örnek vermem gerekirse, bir madalyonun sol tarafını giydiğinizde silahınızın hasarını %10 artırır; bu madalyonun sağ tarafı da size aynı oranda güçlendirme verir. Ancak bu iki madalyonu da beraber kullanırsanız ikisinin de bonus hasarı ekstra olarak %15 artar ki bu da hiç azımsanacak bir oran değil.
Diğer Roguelike oyunlarından aşina olacağımız üzere bu oyunda da topladığımız “Soul Cinder” adındaki para birimi ile dinlenme noktalarında kendimize yeni silahlar veya yeni madalyonlar açabiliriz. Bu materyali her bölümün sonunda bulunan bir etkileşim ile kasamıza gönderiyoruz. Eğer gönderemeyip ölürsek, elimizdeki tüm ruhları kaybederiz.
Silahlarımızın her biri kendine ait animasyonlara ve kombolara sahip. Bunun da bize oynanış olarak çok fazla çeşitlilik sağladığını söyleyebilirim. Silahlarımızı kullanırken normal saldırı tuşuna basılı tutarsak silahımızın özel gücünü kullanmış oluyoruz. Yani kısacası, yeri geldiğinde hızlı silahlar kullanarak düşmanlarımızı epik kombolar ile alt edebilir, yeri geldiğinde ise ağır silahlar kullanarak düşmanlarımızı birkaç vuruş içinde alt edebiliriz.
SANAT TASARIMI
Görsel olarak; düşmanlarımız olsun, bölümlerin çizim tarzları olsun çok etkileyiciydi diyebilirim. İlerlediğimiz her bölümde kendimizi gerçekten Pers topraklarında hissederken, düşmanlarımızın tasarımları sayesinde kendimizi oyunun içindeymiş gibi hissedebiliyoruz.
Son olarak eklemek istediğim şeylerden birisi ise oyunun müzikleri. Özellikle bölümlerde ilerlerken çalan müzikler dönemin sanat yapısına ve oyunumuzla o kadar uyumlu olmuş ki, etkilenmemek elde değil.
GENEL DÜŞÜNCE
Toparlamam gerekirse; The Rogue Prince of Persia, serisinin izinden gitmeyi başarabilirken, üstüne koyarak Roguelike türünde oldukça başarılı bir oyun olmayı başarmış. Yaklaşık 7-8 saatlik oynanış süresiyle çerezlik bir oyun oynamak istiyorsanız bu türün sevenleri için harika bir seçenek.
ARTILAR
Harika sanat tasarımı
2D tasarımın üstüne Prince of Persia mekanikleri olabilecek en iyi şekilde yansıtılmış
Silah çeşitliliği tatmin edici şekilde fazla
EKSİLER
Başlangıçta kafa karıştırıcı olan mekanikler
Belli bir seviyeye kadar kendini Dead Cells gibi hissettirmesi





















merhabalar